Ege Bölgesi’nin en derin vadisini oluşturan Büyük Menderes Nehri, yerleşime uygun koşulları sağlamasının yanı sıra ulaşıma olanak sağlayan doğal yollardan biridir. Büyük Menderes ve yan kollarının oluşturduğu rotalar, tarıma dayalı bereketli topraklarda yerleşmelerin konumunu, yayılımını ve aynı zamanda bölgelerarası kültürel ve ticari ilişkileri ortaya koymaktadır. Aydın İli sınırlarında, Tarihöncesi Çağlardan başlayarak Tunç Çağları ve Klasik Çağlara uzanan kültür tarihinin gelişiminde ekoloji, bitki örtüsü ve doğal kaynaklar önemli bir faktör olmuştur. Neolitik Çağ’dan itibaren kültürel ve ticari anlamda, Menderes ve yan kollarının oluşturduğu doğal yollar, batıda Ege Denizi doğuda ise, İç Anadolu Bölgesi ile bağlantıların oluşmasında belirleyici olmuştur. Büyük Menderes’in güneyinde, Çine Çayı’nın uzandığı ova, Tarihöncesi dönemlerden itibaren geniş bir zaman diliminde ilgi odağı olan bölgeler arasındadır.
Resim - 1
Çine ovasındaki konumuyla Tepecik Höyüğü, Aydın İlinin 36 km güneyinde, Çine Çayı’nın belirgin bir kavis yaptığı ovada yer almaktadır (Res. 1). Höyük, Kalkolitik Çağ’dan Roma dönemine uzanan kültür kalıntılarını gün ışığına çıkarmıştır (Res. 2). Tepecik’te, Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı yerleşmesinin tespit edildiği kültür tabakalarında (IV-III kültür tabakaları), seramik geleneği, yontmataş endüstrisi, kemik aletler ve figürinler, kültürel ve kronolojik açıdan Menderes ve çevresinin sınırlı bilgilere dayalı dönemlerine ışık tutmaktadır. Öte yandan, M.Ö. 2. Binde, Orta ve Geç Tunç Çağı, gelişmiş bir yerleşim modeliyle, bölgelerarası kültürel bağlantılara arkeolojik kanıtlar ışığında katkı sağlamaktadır. Çine-Tepecik’te, yüzeyde kısmen açığa çıkarılan Karia-Geometrik döneme ait kalıntılar ve aynı zamanda Roma döneminde höyüğün mezarlık olarak kullanım gördüğünü gösteren çatı kiremidi mezarlar ise, höyüğün uzun bir zaman dilimine yayılan yaşam sürecini vermektedir (Res. 3). Çine-Tepecik Höyüğü, bu kültürel birikimiyle, şu anda Aydın İlinde kazıların yürütüldüğü ilk ve tek merkez özelliğini taşımaktadır.
Höyüğün kültürel ve kronolojik gelişiminde, en erken arkeolojik kanıtlar, M.Ö. 5500/5000 tarihlerine ait olup Kalkolitik Çağ başlarına uzanmaktadır. Bu dönem, tarım ve hayvancılığa dayalı bir yaşamın varlığını yansıtmakta ve çevre kültürlerle benzer sosyo-kültürel verileri ortaya koymaktadır. Yaşam koşullarında tarıma dayalı üretimin öne çıktığını, depo işlevine sahip yapılar ve bu yapılara ait buluntular ışık tutmaktadır. Yerleşmede günlük kullanıma yönelik çanak-çömlekler, öğütme taşları ve dokuma tezgahlarına ait ağırlıklar, Kalkolitik insanının günlük yaşamlarını şekillendiren kanıtlardır. Öte yandan en yoğun tükettikleri sığır, koyun, keçi, ala geyik ve karaca hayvan türlerine ait kemikler, beslenme geleneklerinde öne çıkmıştır. Erken toplumların sosyal yaşamında, yontmataş endüstrisine ait obsidyen ve çakmaktaşı orak dilgi, dilgicikler ve ayrıca işlenmiş kemik aletler, tarım ve hayvan kaynaklarına dayalı en yoğun kullanılan ve geliştirilen aletlerdir. Bu döneme ait taş baltalar ve işlenmiş kemik aletler, günlük yaşamlarında farklı işlevlerde kullandıkları aletlerdir. Kalkolitik insanının tasvir sanatına yönelik eğilimlerini ise, seramik kaplar ve figürinlerde görülen süsleme geleneği yansıtmaktadır. Kalkolitik Çağa özgü sanat anlayışında, kaplar üzerine farklı bezeme tekniklerin ve motiflerin uygulandığı zengin bir seramik repertuvarı görülmektedir. Bu dönemde, kaplar üzerinde görülen motifler, bir moda olarak benimsenmiş olup, seramik ustalarının becerilerini yansıtmaktadır. Seramik üretiminde görülen bu geleneği, Ege dünyasında geniş bir coğrafyada takip etmek mümkündür. Ege adalarında ve Batı Anadolu’nun diğer erken dönem yerleşmelerinde, benzer motiflere sahip kapların üretilmesi, bölgelerarası kültürel ilişkileri ve benzer seramik geleneğini ortaya koymaktadır. Kalkolitik dönem insanlarının alet teknolojisinde kullandıkları, obsidyen ve çakmaktaşı uçlar, orak dilgileri ve dilgicikler en baskın yontmataş cinslerini oluşturmaktadır (Res. 4). Höyükte, Kalkolitik Çağdan Tunç Çağları sonuna değin uzanan süreçte, yontma taş endüstrisine ait Orta Anadolu ve ayrıca Melos ve Giali kökenli obsidyen kullanılmıştır. Özellikle Melos ve Giali adalarına ait obsidyen üretim artıklarının da olması, her iki bölge arasında deniz ticaretine yönelik, değiş-tokuş sistemine dayalı bir ticaretin etkin olduğunu göstermektedir. Yerleşmede tespit edilen obsidyen üretim artıkları, aletlerin zenaatkarlar tarafından işlendiğini ve hatta Tepecik’ten çevre merkezlere dağıtımının yapıldığı anlaşılmıştır. Aynı kültür tabakasına ait mermer figürinler ve mermer kaplar, Kalkolitik Çağ’dan itibaren gelişmiş bir zenaatın varlığını da desteklemektedir. Mermer figürinler arasında Batı Anadolu’da ‘Kilia tipi’ olarak tanımlanan figürinler, karakteristik baş ve gövde yapısıyla zengin bir örnek grubunu temsil etmektedir. Üçgen biçimde baş, ortada burun işlenişi ve bazılarında göz ve kulak detaylarının verilmesi, ‘Kilia tipi’ figürinlere yeni örnekleri kazandırmıştır. Tepecik ‘Kilia tipi’ figürinler, kökeni ve kronolojisi uzun yıllar tartışmalı olan bu eserlerin Batı Anadolu kökenli olduğunu ve Kalkolitik Çağ’ın tasvir sanatının ürünlerine ait olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır.
Kalkolitik kültüre ait sanat anlayışında hiç şüphesiz tasvirli eserlerde, insanların doğada yaşadıklarını ve gördüklerini eserlere yansıtma eğilimi ve dini inançların anlaşılmasını sağlayan buluntular, sosyal yaşamlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu eserler arasında, pişmiş topraktan hayvan figürinleri olduğu gibi, bir kabın ağız kenarında plastik işlenmiş hayvan başlarının uygulandığı örnekler dikkati çekmektedir. Pişmiş toprak figürinlerin dönemlere göre gelişimleri dikkate alındığında, bu eserlerin toplumlarındini inançlarındabirer kült eşyası olarak kullanım gördüğü olasıdır. Höyükte kesintisiz bir yerleşim sürecini, Geç Kalkolitik Çağ sonu ve Erken Tunç Çağı kültür tabakasına ait yapılar ve ölü gömme geleneğine ait mezarlarla takip etmek mümkündür. Bu kültür tabakasında ‘kerpiçli yapı’, gerek duvar örgü tekniği ve duvar kalınlığı gerekse yapı boyutları açısından yerleşmenin özel bir yapısı görünümünde olup sosyal statüyle ilişkilendirilmektedir (Res. 5). Erken Tunç Çağı’nda merkezileşmiş bir siyasi oteritenin varlığını, resmi/kamusal bir yapılaşmaya ait mevcut kalıntılarla takip etmek mümkündür. Bunun yanı sıra erken dönemlerden başlayarak pişmiş toprak malzemenin yanı sıra şematik mermer idoller, hiç şüphesiz toplumların dini inançlarıyla bağlantılı önemli ipuçlarıdır. Tepecik’te de bu geleneği görmek mümkündür (Res. 6).
Kalkolitik Çağ sonlarından itibaren Erken Tunç Çağı’nda yetişkin ve bebek bireylere ait mezarlar ise, ölü gömme geleneğinin anlaşılmasını sağlamaktadır. Tepecik’te, bebek bireylerin çömleklere gömüldüğü, öte yandan yetişkin bireylerin ise basit toprak mezar ve pithos/küp mezarlara gömüldüğü bir gelenek uygulanmıştır. Mezarlara ölü hediyesi olarak kaplar ve takılar en yaygın mezar eşyaları olarak dikkati çekmektedir (Res. 7-8-9). Kadın bireylere ait basit-toprak mezar ve küp mezarlarda, kafatasının hizasında kapların yer aldığı ve aynı zamanda taş, kemik ve deniz kabuğundan süs eşyaların ve kurşun halkaların yerleştirildiği bir gelenek görülmektedir. Bu mezarlardan birinde, her iki kulağında çift bronz küpenin olduğu kadın bir birey tespit edilmiştir. Söz konusu kadın, hemen yanında çömlek mezarda tespit edilen bebeği ile birlikte gömülmüştür. Diğer bir mezarda ise, geyik boynuzu üzerine kafatasının yerleştirildiği oldukça ender rastlanan bir gömü geleneği görülmektedir. Çömlek mezarlara gömülen bebek bireylerde ise, deniz kabuğu boncuklar olası koruma amaçlı bırakılmış olmalıdır. Tepecik’te ölü gömme geleneğine ait gerek mezar tipleri gerekse mezar eşyaları kültürel anlamda gelişmiş ve belli bir din anlayışının da uygulandığını ortaya koymaktadır. Bu örnekler aynı zamanda Tepecik’in bulunduğu coğrafyada sosyo- kültürel anlamda belli bir düzeyde olduğunu da kanıtlamaktadır.
Çine-Tepecik Höyüğü’nün kronolojik gelişiminde M.Ö. 2. Bin, yerleşim modeli, mimarisi, seramik üretimi ve metal endüstrisinde bronz aletlerin yaygın kullanımına ait yenilikleriyle gelişmiş bir kent yapısını ortaya koymaktadır. M.Ö. 2. Binin ilk yarısında, Orta Tunç Çağı mimarisine ve dönemin tasvirli sanat anlayışına ışık tutan buluntular, Batı Anadolu’nun geleneğiyle benzerlik göstermiştir. Tasvirli eserler arasında yer alan pişmiş toprak model, stilize boğa idolleriyle (‘Bucranium’) taçlandırılmış bir kült eşyasıdır. Modelin form ve işleniş açısından en yakın benzerleri, Doğu Akdeniz bölgesinde Kıbrıs adasında, Kotchati, Kalopsidha ve Vounous’da mezar buluntuları arasında görülmektedir. Antropomorfik bir pithos ise, boyutu ve tasvir biçimi açısından bölge için üniktir (Res. 10). Pithosun boyun kısmında yüz detayları ve kulak kabartma olarak işlenmiş, pithosun gövdesine uzanan kol ve el, tüm detaylarıyla verilmiştir. Kadın figüre ait bu tasvirde kulak memesinde yuvarlak bir küpe ile bilek kısmına işlenen bilezik, dönemin takı sanatını yansıtmaktadır. Orta Tunç Çağı yerleşmesinin güneyini, geniş bir alana yayılan volkanik kül tabakası kaplamaktadır. Volkanik küllerin analiz sonuçları, Ege’de Santorini/Thera adasında gerçekleşen yanardağ patlamasıyla bağlantılı neticeleri vermiştir. Santorini adasında volkanik patlamanın ve buna bağlı olarak Ege’de oluşan Tusunami’nin, Batı Anadolu’ya değin uzanan coğrafyayı ve Tepecik kentini de etkilediği anlaşılmaktadır. Yerleşmede volkanik küller, mimari kalıntıların yanı sıra günlük kullanılan kapların üzerini tamamen kaplamış durumda tespit edilmiştir. Santorini yanardağının patlama sürecinin Mısır kronolojisinde M.Ö. 1540 tarihlerine uzanan XVIII. Sülale’nin erken dönemleriyle çağdaş olabileceği yönündedir. Bu dönemde Santorini adasındaki yanardağı ve depremler, Girit adasında Minos merkezlerini etkilemiş ve doğu yönünde ise, Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz’e uzanan coğrafyayı da etkisi altına almıştır.
Höyüğün Geç Tunç Çağı’na tarihlenen kültür tabakası, savunma sistemine sahip yerleşim modelini yansıtmaktadır (Res. 2). Kulelerle destekli bir plan veren surun duvar kalınlığı, 2.20 m’dir. Surda 20 metre aralıkla yer aldığı ve yerleşmeyi çevrelediği öngörülen kare planlı kuleler ise, 6.36x6.36 m boyutlarındadır. Sur, taş temel üzerine kerpiç blokların yükseldiği duvar örgü sistemine sahiptir. Kulelerde, yerli kapların yanı sıra Miken kültürüne ait boya bezeli kraterler, yerleşmeye ait mimari kalıntılarla paralel bir kronolojiyi vermiştir. Sura ait kulelerden birinde, duvara yaslanmış olarak ve istiflenmiş durumda, farklı boyutta iç içe sığ tabaklar, çanaklar ve ayrıca çömleklerin ve bir mataranın da yer aldığı buluntu konteksi, kule içinde depolanmıştır. Bununla bağlantı kurulabilecek yapılar ise, işlevsel açıdan yerleşmenin sosyo-kültürel yapısını ve yerel idari sistemine bağlı ekonomik gücün anlaşılmasını sağlamaktadır. Kentin ekonomisinde, üretim ve depolamaya dayalı yapılar, oldukça zengin buluntu grubuyla dikkati çekmektedir. Buna yönelik yapılarda içinde belli bir düzende yerleştirilmiş pithosların yer aldığı depo/magazin olarak tanımlanan ‘pithoslu yapı’, ‘işlik’ görünümünde iri pithosların yarıya kadar gömüldüğü ve çevresinin ufak taşlarla çevrildiği alanlar, ekonomik anlamda belli bir depolama sisteminin uygulandığını göstermiştir (Res. 11). Kaplar arasında, farklı boyutlarda ve derinliklerde olan tabaklar, yerleşmede özellikle depo işlevli yapılardan tanınan sığ tabaklarla benzer malzeme-teknik ve formları vermektedir (Res. 12). Kule içindeki bu kapların buluntu durumu gerekse yerleşmeye ait depo işlevli diğer yapılarda ele geçen ve bazılarında dip kısmında işaretli olan kaplar dikkate alındığında, bu tabakların idari sisteme bağlı, seri bir üretime yönelik olmak üzere, kentin ekonomik uygulamasında önemli yere sahip mallar olduğu anlaşılmaktadır. Bu birimlerde yerli kapların yanı sıra, boya bezeli Miken üzengi kulplu kaplar ve figürlü Miken kraterleri ise, Ege dünyasıyla ticari ilişkilerin etkin olduğunu ortaya koymuştur. Depo birimlerinde yer alan Miken kapları, Ege, Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz’e uzanan geniş coğrafyadaki kültürel ve ticaret ağında, Tepecik kentinin de önemli bir rol üstelendiğine işaret etmektedir. Figürlü kraterlerden birinde elinde mızrağını fırlatmak üzere olan bir savaşçı tasviri, Miken seramik geleneğinden bilinen M.Ö. 1340-1200/1100 Geç Hellas III C evresinin figürlü kaplarında ‘kirpi miğfer‘ tipiyle ve silahıyla tasvir edilmiş savaşçılarıyla benzer donanımda işlenmiştir (Res. 13). Miken kraterlerinde savaşçı tasvirleri, araba ya da teknede işlenmiş örnekleriyle görülmektedir. Kaplar üzerine işlenen bu sahne, Miken saray sisteminin yıkılmasının ardından Ege’de ve Batı Anadolu’da ortaya çıkan yeni politik düzen ve bunun çevre kültürlere yansıması olarak açıklanabilir. Kraterlerden diğer bir örnekte ise, boynuzları detaylı olarak işlenmiş bir geyik tasviri yer alır. Bu sahnede, geyiğe boyun kısmından ve arkadan saldıran köpekler tasvir edilmiştir (Res. 14). Ayrıca geyiğin ayakları arasında uçar konumuyla bir kuş betimlenmiştir. Bu krater üzerinde, av sahnesi betimlenmiştir. Miken figürlü kap geleneğinde, avcı ve köpeklerinin geyiğe saldırdığı av sahnesi ve aynı zamanda hareket halinde betimlenmiş kuş tasvirlerinin de yer aldığı resimsel anlatım, ikonografik açıdan bilinen bir konudur. Benzer sahneler, Yunanistan’da, Ege’de ve Doğu Akdeniz’de uzanan coğrafyada görülmektedir. Ege ve Doğu Akdeniz’e uzanan yayılım alanında savaş ve av sahnelerinin içeren konular, dönemin sosyo-kültürel ve toplumsal sorunlarıyla bağlantılıdır. Bu coğrafyada, Tepecik figürlü kraterleri ise, Ege dünyasındaki gelişimlerden etkilenen bir kentin varlığını ortaya koymaktadır. Bu veriler, Tepecik yerleşmesinin dışa açık, çevre kültürlerle doğrudan bağlantıyı kuran bir kent olduğunu desteklemiştir. Miken kraterlerinin ‘pithoslu yapıda’ bulunması ise, yapıyı ayrıcalıklı kılmaktadır. Bunu pithos ağızlarının kapatılması işleminde kullanılan mühür baskıları güçlendirmiştir. Üzerinde hiyeroglif olan mühür baskıları, Batı Anadolu’nun tarihi coğrafyası ve Hititlerin Batı Anadolu üzerindeki etkisine ve olası varlığına ışık tutan en önemli belgelerdir (Res. 15-16). Hitit imparatorluk dönemine tarihlenen Hitit hiyeroglifli mühür baskıları, Batı Anadolu’da ilk kez Tepecik kentinde, bir yapı içinde bulunmuştur. Bu mühür baskılarından birinde, omzunda yayıyla işlenmiş bir figür ve her iki yanda kitabesi yer almaktadır. Alın hizasında ya boynuz ya da bir düğüm işlenmiştir. Figür sağ omzunda taşıdığı yayı, sağ eliyle de kavramıştır. Sol eli ise, ‘tapınma jesti’ duruşundadır. Belirgin bir burun detayı ve bacaklarda dizlerin belirgin işlenmesi dikkat çekmektedir. Figüre ait ayak kısmı korunmamıştır. Figürle ilgili tüm bu detaylar, Hitit İmparatorluk dönemi Gliptik sanatından bilinmektedir. Mührün üzerinde yer alan kitabe, ‘tà-mi-pi-ya, prens’ olarak okunmuştur (Res. 15). Mühür baskılarından diğerinde, hiyeroglif işaretin yer aldığı orta alan, daire şeklinde kabartma ile sınırlanmıştır. Mührün orta alanında yer alan kitabede, “[Tark]asnaya ve Pi-su+ra/i-lix” ya da “[Tark]asnapiya ve Su+ra/i-lix” olarak okunmuştur. Hiyeroglifte yer alan tarkasna betimlemesi dikkat çekicidir. Batı Anadolu’nun tarihi coğrafyasında Mira topraklarının kralı Tarkasnawa’nın “tarkasna” betimiyle verilen şahıs ismini taşıması, filolojik anlamda Tepecik mühür baskısını da anlamlı kılmaktadır (Res. 16). Filolojik verilere dayalı yorumlar ve arkeolojik kanıtlar, Batı Anadolu’nun tarihi coğrafyasında, Menderes ve güneye uzanan bölgeyi öne çıkaran bir tabloyu ortaya koymaktadır.
Tepecik mühür baskıları ve bu mühür baskılarından birinin Hitit prens mührüne ait olması ise, Menderes bölgesinin güneyinin tarihi coğrafyasına ve aynı zamanda Hititlerin bölgedeki etkisini desteklemektedir. Filolojik verilere dayalı araştırmalarda, Menderes ve güneyine ilişkin doğal güzergahlara dayalı değerlendirmelerde Milet kenti, Antik Çağda Latmos körfezine açılan stratejik bir konumdadır. Körfezin doğusunu sınırlayan Latmos (Beşparmak) dağlarının Menderes’ten körfeze ulaşımını engelleyen bir konumda olması nedeniyle bu ulaşımı, Menderes’ten güneyle bağlantıyı sağlayan Çine Çayı (Marsyas) karşılamış olmalıdır. Çine Çayı güneyde Milas’a (Mylasa) uzanan ve güneybatı yönünde ise, Latmos körfezi kıyı şeridine açılan bir doğal uzantıyı oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Çine Çayının batısında, antik kent Alinda, Hitit metinlerinde geçen ‘Iyalanda’ kenti olarak adlandırılmıştır. Alinda, Menderes’ten Çine ovasına uzanan bölgede, bir kontrol merkezi olarak görülmektedir. Hitit yazılı kaynaklarından, ‘Tawagalawa-Mektubunda’ değinildiği üzere, Hitit kralının Marsyas’ı geçerek Karia bölgesine ulaştığına işaret edilmektedir. II. Muršili’nin bölgeye düzenlediği askeri seferde, Menderes’in güneyine uzanan bir güzergahı izlemiş olmalıdır. Bu verilere göre, Hitit kralları, II Muršili - IV Tutḫaliya dönemleri arasında Arzawa ülkesine düzenlenen seferler, bu bölgede Hitit varlığına ve etkisine yönelik kaynaklardır. Arzawa/Mira topraklarının güneyinde Çine Çayı’nın bulunduğu coğrafyanın Mira ülkesinin sınırlarına girmesi, Tepecik kentinin de konumunu ve bir kent olarak bölgedeki etkisini de güçlendirmektedir. Mühür baskıları, Batı Anadolu’da Hititlerin politik anlamda da bir gücünün olduğunu ve Tepecik yerel yönetiminin Hititlerle bağlantıda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Çine-Tepecik, batıda Ege dünyası, doğuda ise, Hititlerle ilişkileri yoğun olan ve bölgelerarası kültürel etkileşimi yansıtan bir merkezdir.